GERİLİM
Gül apartmanı üç katlı, pembe boyaları dökülmüş eski bir binadır. Her katında bir daire vardır. Zemin katta Suriye’deki savaştan kaçmış bir aile yaşıyor. Sidra, ev işleri, çocuklarla uğraşıyor. Yakın yerlerde tanıdığı yok, genellikle evde oluyor. Muhammed, işçileri mülteciler olan bir tekstil atölyesinde çalışıyor. Çocukları Mahmut ve Asmin, ilkokula gidiyorlar. Bazen üst kattaki üniversite öğrencileri Ekin ve Tekin’e, ödevlerine yardım etmeleri için gidiyorlar. Onlar gibi üniversiteye gitmek istiyorlar. Ekin ve Tekin biraz rahatlar, geç saatlerde gürültü yapabiliyorlar. Onlar öyle yapınca üst kattaki Damla ve Ferhat, zor uyuttukları bebekleri Bora uyanır korkusuyla ayaklarını yere vuruyorlar. Pat, pat, pat! Ekin ve Tekin yukarıdan gelen vurmaya bozuluyorlar ama gürültüyü kesiyorlar.
Apartmanın doğal hali böyle. Ama hayat her zaman aynı gitmiyor. Günlerden bir gün garip şekilde apartmanda elektrik gitti. Çevrede vardı. Öğrencileri bilmesek de diğerleri faturaları ödüyorlardı. Elektrik arızayı aradılar. Yetmedi, ofislerine gittiler. Uzunca sıralar beklediler. Elemanları geldi. Bir şey çıkmadı. İç tesisat filan mı dediler. İyi bir elektrikçi çağırdılar. Apartmanda girmediği yer kalmadı. Çatıya çıktı, bodruma indi, duvarları kırdı, döşemeleri söktü. Elektrik tesisatında da bir sıkıntı yoktu. Sonunda elektrikçi de bir şey yok deyip gitti.
Muhammed ve Sidra’nın evi sobalı olduğu için ısınabiliyordu. Gaz lambaları da vardı. Diğerlerinin evinde elektrik gidince çalışan bir şey kalmadı. Ekin ve Tekin soğuğa idmanlıydılar. Ama Damla ve Ferhat, Bora’yı üşüteceğiz diye korktular.
Neyse ki elektrikçi gittikten sonra Muhammed, Damla ve Ferhat’ı evlerine davet etti. Bora üşümesin dedi. Sobanın fırın kısmına kestane attılar; üstünde fokur fokur kaynayan suyla çay demlediler. Sonra Tekin ve Ekin’in evlerine girmeye çalıştıklarını görüp onları çağırdılar. Isınma, kestane ve çay teklifine hayır demediler. Soğuk, karanlık evde ne yapacaklardı.
İlk kez bir araya gelmiş oldular. Çay içtiler. Kestane yediler. Beklemedikleri şekilde keyifle muhabbet ettiler. Çoğu zaman güldüler. Bazen hüzünlendiler. Birbirlerini daha iyi tanıdılar. Muhammed’in Suriye’de fıstık ağaçları varmış. Ekin’in dedesi bağcıymış. Ferhat’ın babası ücra bir yerde köy öğretmeniymiş. Orada neler yaşamış neler. Tam kaynaştıkları sırada kapı sert bir şekilde çaldı. Tak, Tak, Tak!
Muhammed gelecek kimseyi beklemediği için tedirgin şekilde kapıyı açtı. Şaşırarak geriledi. Gelen Elektrik’ti. Elektrik üzerinden bazen arklar, cızırtılar çıkarıyordu. Uzun, iri, kel, zebani gibi bir adamdı. Muhammed’in ağzından zorlukla buyurun lafı çıktı. Elektrik sanki buyur edilmeyi bekler gibi hızlıca içeriye daldı. İçeridekileri göz ucuyla süzdü. Sobadan çıkan çıtır çıtır yanma sesleri ve fokurdayan su sesi dışında oda sessizdi. Tekin sessizliği bozarak “kapıdan gelmeni beklemiyorduk” dedi. Elektrik boş olan yere oturmak için ilerledi. Ferhat telaşlandı, “Bora’yı kenara çek çarpmasın” dedi. Damla, Bora’yı kucağına aldı. Elektrik oturdu. “Kablolarda dolaşmaktan sıkıldım” dedi. Elektrik Ekin’e yakın oturduğu için saçları havaya doğru dikildi. Ekin biraz Tekin’e yaklaştı. Saçları tekrar aşağıya indi. Tekin çekinerek “Abi işlerimiz var. Perişan olduk. Artık girsen kabloya. İşlerimizi halletsek. Bak küçücük bebek üşüyor.” dedi. Elektrik, “Siz burada eğleniyorsunuz. Bana da üç güzel hikâye anlatırsanız. Geri döneceğim kabloya.” dedi. Sonra odada fısır fısır konuşmalar başladı. Elektrik sinirlendi ve arklar çıkararak “Sanki başka şansınız varmış gibi.” diye bağırdı. Sonra doğrularak “O zaman ben kalkıyorum. Siz başınızın çaresine bakın.” dedi. Muhammed ayağa kalktı. Elektrik’i durdurarak “Bir dakika durun. Ben başlıyorum hikâyeme.” dedi.
I
Benim hikâyem biraz eskilere, Suriye’de çocuk olduğum yıllara dayanıyor; kıymetini bilmediğimiz, şimdi özlemle andığımız yıllara. Köyümüzde mutlu bir hayatımız vardı. Çocuklar olarak hem okuyor, hem tarlalarda çalışıyorduk. Kışın akşam çabuk geldiği için okul, ödevler, oyun derken hava kararıyor. Evlere gidip erkenden yatıyorduk. Büyükler ya kahvede ya evde gaz lambası ışığında biraz daha oturuyordu. Yazları hasat olduğu için yine çalışmamız gerekiyordu. Ama günler uzun, hava da güzel olunca daha fazla dışarıda kalabiliyorduk.
O yaz daha heyecanlıydık. Çünkü hem köyümüze elektrik direkleri takılıyordu hem de başka bir gündemimiz daha vardı. Ortak bir korku. Köydeki yıkık evden bazı geceler garip sesler çıkıyordu. Iyk, ıyk, ıyk! Bu sesler köylüleri korkutuyordu. Değil o evin önünden geçmek, ses geldiğinde sokağa bile çıkamıyorlardı. Gündüzleri gidip kontrol ediyorlar. Bir şey göremiyorlar. Seslerin geldiği geceler ise kimse oraya gitmeye cesaret edemiyordu. Herkes evinde seslerin kesilmesini bekliyordu. Köylülerin orası ile ilgili farklı fikirleri bulunuyordu. Çocuklar arasında bizi en etkileyeni, o evde ölen Mahmut amcanın ruhu fikriydi.
Mahmut amca yaşlandığında yalnız kalmış. Eşi, çocukları ölmüş. Topraklarını köylüler işliyormuş. Buna karşılık sırayla herkes kendisine yemek götürüyor, halini hatırını soruyor, bir ihtiyacı olursa gidermeye çalışıyormuş. Ama kışın çok sert olduğu bir dönem, bu iş bölümü aksamış. Kardan herkes evine kapanmış; onu unutup kendi derdine düşmüş. Bu sırada gelen iniltileri de kurt sesi sanmışlar. Kurt sesleri konusunda haklılarmış ama iniltilerin arasında onunkiler de varmış. Karlar eridiğinde ilk giden kişi kötü sonla karşılaşmış. Soğuktan donmuş sonra kurtlar tarafından mı yenmiş yoksa kurtlar tarafından yenip sonra kalan kısımları mı donmuş bilinmiyor. Şimdi geceleri köylülere hatalarını hatırlatmak için inliyormuş.
Bir gün derede oynarken çocuklarla aramızda cesaret yarışı ortaya çıktı. Kim en yüksekten atlar, kim en uzun su altında kalır, kim en akıntılı yerden karşıya geçer. Yarış, cesaretimi kanıtlamak için gece Mahmut amcanın evine gitmeme vardı. Gece gideceğim dedim. Ama korkudan ölüyorum. Akşam evime gittim. İçim içimi yiyor. Alabileceklerimi yanıma aldım: bıçak, taş, ekmek… Herkes uyuduktan sonra evden çıktım. Sesler geliyordu. Karanlıkta seslerin geldiği evin önüne geldiğimde dizlerimin bağı çözüldü. Bayılacak gibiydim. Her an dönebilirdim. Bu sırada evin yanındaki elektrik direğinin lambası yandı. Elektrik gelmişti, her yer aydınlıktı. Işıklar yanınca cesaretimi topladım. Kapıdan girdim, elimi getirdiklerimin üzerinde gezdirerek dolaşmaya başladım. Ses nereden geliyordu anlayamıyordum. Bütün evi dolaştıktan sonra sesin rüzgârda sallanan paslanmış menteşeden geldiğini anladım. Cesaretimi kanıtlamış şekilde eve döndüm. Ertesi gün herkese anlattım. Gece çıktığım için babamdan dayak yedim ama köyde kahraman ilan edildim. Menteşeyi söktükten sonra ses gitti. Korkumuz geçti. Elektrik direği ışıkları olduğu için çocuklarla yaz boyunca geceleri sokaklarda dolaştık. Sonra televizyon geldi, işler biraz değişti. Savaş çıkınca da buraya geldik. Benim hikâyem böyle.
Elektrik “Çok güzel hikâyeymiş. Sizinkiler nasıl bakalım?” dedi. Ekin çevreye baktı, “İçinde elektrik olmak zorunda mı?” dedi. Herkes gülümseyerek birbirine baktı. Elektrik “Olmak zorunda değil. Ama olunca daha hoşuma gidiyor.” dedi. Ekin biraz düşündü ve sonra “peki” dedi.
II
Üniversitenin ilk yıllarında daha düzensiz bir insandım. Başka arkadaşlarla dağınık bir öğrenci evinde kalıyordum. Farklı bir şehirde yaşayan sevgilim vardı. Çok sık aralıklarla değil ama farklı şehirlerde iki öğrenci ne kadar olursa buluşuyorduk. Sevgilim de kıskançtı. Her şey kavga nedeniydi. Ona neden baktın. Onunla niye konuştun. Bir yandan derslere odaklanmaya çalışıyordum. İyi gitmiyorlardı. Bütün karpuzları bir koltuğa sığdıramadım. Okul, ev, sosyal hayat, uzak ilişki hepsi bir arada olmuyordu. O günlerde hayatımın zor bir dönemindeyim gibi geliyordu. Sonra hiç daha rahat bir dönemim olmadı tabii. Bir önceki gün sabahlayıp sınava girmiştim. Eve dönmeden kötü geçen sınavın da gazıyla ayrılmak istediğimi yazdım. Sonra üzgün eve döndüm. Bu arada sınavlar, parasızlık filan iyice dağılmışız. Fatura filan ödemedik. Elektrikler kesik ama neden olduğunu düşünmeye bile halim yok. Gün boyu doğru düzgün yemek bile yememişim. Giysilerimle kendimi yatağa attım. Her şeyi uyanınca çözerim dedim. Ben uyurken arkadaşlarım eve gelip eşyalarını alıp çıkmışlar. Onlar faturayı ödeyemediğimiz için elektriklerin olmadığını biliyor. Beni de uyandırmamışlar. Sonra uyandım. Her şeyin şarjı bitmiş. Ortalık karanlık. Saati bilmiyorum. Çevreye baktım; yanan ev ışıkları var ama az. Daha önce saati böyle anlamaya çalışmadığım için tahmin edemedim. Karanlıkta bundan önce kaldığım eve gitmek için hazırlandım. Onlar genellikle sabaha kadar uyumazlardı. Dışarı çıktım, yürümeye başladım, her yer kapalıydı. Kapalı gördüğüm her yerden saat tahmini yapıyordum. Bu market 10’da, bu kebapçı 12’de, bu tekel 1’de kapanıyordu. Herhalde saat 2 diye arkadaşlara gittim. Saat 4 buçukmuş. Beni görünce şok oldular. Şokları geçince yattılar. Ben telefonu şarja takmıştım. Onlar yatınca açtım. Mesajlar gelmeye başladı. Hoşça kal, seni çok sevdim. Kendine iyi bak, beni unutma… Ben bir şey yazamadım. Ertesi gün aradım, telefonu kapalıydı. Bir kaç gün sonra aradım, yine kapalı. Bir daha iletişim kuramadık. Belki bir şey oldu, haberim olmadı. Benim de hikâyem böyle işte. Elektrik “Üzüldüm, umarım iyidir. Kendini üzme, senin bir suçun yok.” dedi. Damla doğrularak “sıra bana geldi.” dedi.
III
Aslında beni tanımamana şaşırdım. Tanıman lazımdı. Elektrik “Çıkaramadım. Çok insan görüyorum.” dedi. Başlıyayım öyleyse belki hatırlarsın. Benim hikâyem de üniversite yıllarında geçiyor. Ama öğrencilerin hayatlarını adadığı büyük amaçları olduğu daha hareketli bir zamanda. Her yer afişler, bildiriler, toplantılar, masalar, yeni çevrilen kitaplar, dergiler, gazeteler, oturma eylemleri, basın açıklamaları, yürüyüşler, pusular, saldırılar, boykotlar, toplu çıkışlar, tartışmalar… Biz Ferhat ile birlikte sevgili olarak bütün bu koşuşturmanın içindeyiz. Ayrı evlerdeyiz ama derste, kampüste, sokakta, hayatta sürekli yan yanayız. Ortamın tamamen gergin olduğu bir zamanda, bizi ayırdılar. Evime operasyon yapıldı. Sonradan onun evine de aynı anda yapıldığını öğrendim. Evden ters kelepçeli, gözlerimiz bağlı tartaklanarak gözaltına alındım. Gözaltında ne yemek, ne su, ne tuvalet, ne yatak, ne pencere var. Sadece duvar, ışık, beton yer ve yoldaşlar var. Orada bizi çok uzun tuttular. Yemediğim küfür, hakaret, dayak kalmadı. Hepimizi hastanelik ediyorlardı. Çok fazla işkence yöntemi biliyorlardı. Ama en sevdikleri seni kullanmaktı. Vücudumun elektrik vermedikleri yeri kalmadı. Hala yanık izleri geçmedi. Ruhumdaki izleri de hiç geçmeyecek. Sonra uzun süre hapiste kaldık. O sırada evlendik. Sonra ikimiz de beraat edip çıktık. Benim de hikâyem böyle.
Elektrik “Böyle olsun istemezdim. Her şey benim elimde değil. Ben kablolara dönüyorum. Hikâyeler için teşekkürler.” diyerek kapıya doğru ilerledi. Kimse bir şey diyemeden kapıyı açıp çıktı. Kapıyı kapatması ile bütün apartmanın elektriklerinin gelmesi bir oldu. Tüm ışıklar yandı. Bütün televizyonlar, bilgisayarlar, çamaşır, bulaşık makineleri, kombiler, süpürgeler, radyolar çalışmaya başladı. Misafirler yavaş yavaş kendi evlerine gitti.